Üst Manşet

30-12-2025

17:34

Nazım Hikmet Kimdir?

Nazım Hikmet Kimdir?

Nazım Hikmet Kimdir?

“Şairane Bir Hayatın Sürgün Rüzgârları” — Nazım Hikmet’in Mücadele, Aşk ve Hasretle Yazılan Öyküsü
  • 2
  • 0

Nazım Hikmet Ran, 15 Ocak 1902’de Selanik’te dünyaya geldi. Osmanlı İmparatorluğu’nun çok kültürlü yapısı içinde yetişen Nazım, bir yandan aristokrat köklere sahip bir ailede büyürken, diğer yandan halkın gündelik yaşamına ve mücadelelerine yakından tanıklık etti. Babası Hikmet Bey devlet memuru, annesi Celile Hanım ise resimle ilgilenen, kültürlü ve sanatsever bir kadındı. Bu ortam, onun erken yaşlarda sanat ve edebiyata yönelmesini sağladı.

Çocukluk ve gençlik yıllarında İstanbul’da eğitim gören Nazım, henüz lise çağındayken şiir yazmaya başladı. Balkan Savaşları ve ardından gelen I. Dünya Savaşı’nın yarattığı toplumsal sarsıntı, onun düşünce dünyasında derin izler bıraktı. Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu’ya geçerek milli mücadeleye destek olmak istedi; ancak sağlık sorunları nedeniyle cephede görev alamadı. Buna rağmen Anadolu hareketine duyduğu sempati ve halkın mücadelesine olan inancı, ileride yazacağı şiirlerin temel düşünsel zeminini oluşturdu.

1921 yılında eğitim ve siyasi fikirleri nedeniyle Moskova’ya giden Nazım Hikmet, burada hem tiyatro ve sinema eğitimi aldı hem de sosyalist düşünceyle daha yakından tanıştı. Vladimir Mayakovski gibi şairlerden etkilendi; ama onların izinden gitmek yerine Türkçe şiirin ritmine uygun özgün bir dil geliştirdi. Şiirde kalıpların dışına çıkarak serbest ölçüyü benimsedi ve Türk edebiyatında bir kırılma yarattı. Onun kaleminde şiir, hem lirik hem de devrimci bir sese dönüşüyordu.

1928’de Türkiye’ye döndüğünde artık yalnızca bir şair değil; aynı zamanda politik duruşu belirgin bir aydındı. Ancak bu durum devletin dikkatini çekti ve Nazım Hikmet, çeşitli davalar nedeniyle defalarca yargılandı. 1938’de askerî isyana teşvik suçlamasıyla 28 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bu karar, edebiyat çevrelerinde büyük tepki topladı; fakat Nazım uzun yıllarını cezaevlerinde geçirmek zorunda kaldı.

Cezaevi yılları, onun hem en zor hem de en üretken dönemlerinden biri oldu. Bursa Cezaevi’nde kaldığı yıllarda “Memleketimden İnsan Manzaraları” adlı dev eserini kaleme aldı. Bu eserde Anadolu insanını, işçileri, köylüleri, memurları ve yoksulları büyük bir empatiyle anlattı. Nazım’a göre insan, en yüce değerde varlıktı ve şiir insanın onuruna seslenmeliydi. Aynı dönemde hayatına giren Piraye ile mektuplaşmaları da edebiyat tarihimizin en içten aşk metinleri arasında yer aldı.

1950 yılında uluslararası kampanyalar ve kamuoyu baskısı sonucu afla serbest bırakıldı. Ancak özgürlük kısa sürdü. Siyasal baskılar ve yeniden tutuklanma ihtimali nedeniyle 1951’de Türkiye’den ayrılmak zorunda kaldı. Böylece Nazım’ın uzun sürgün yılları başladı. Önce Sovyetler Birliği’ne, ardından Doğu Avrupa’nın çeşitli şehirlerine yerleşti. Ne var ki o, gittiği her yerde kalbi Türkiye’de kalan bir şairdi. “Ben yanmasam, sen yanmasan, biz yanmasak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?” dizeleri, onun hem mücadeleci ruhunu hem de idealizmini özetler niteliktedir.

Sürgün yıllarında dünya çapında tanınan bir edebi figüre dönüştü. Eserleri onlarca dile çevrildi, şiirleri üniversitelerde okutuldu. Barış hareketlerine destek verdi, nükleer silahlara karşı bildiriler kaleme aldı. Bu süreçte Münevver Andaç ile tanıştı ve hayatında yeni bir aşk sayfası açıldı. Ancak Nazım’ın kalbindeki en derin sızı, vatan hasretiydi. Türkiye’ye dönme isteği hiç sönmedi; fakat siyasî koşullar buna imkân vermedi.

Nazım Hikmet, 3 Haziran 1963’te Moskova’da geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Vasiyeti Türkiye’de bir çınar ağacının altına gömülmekti; ama bu isteği gerçekleşemedi. Moskova’daki Novodeviçi Mezarlığı’na defnedildi. Ölümü, yalnızca Türk edebiyatı için değil, dünya edebiyatı için de büyük bir kayıp olarak görüldü.

Nazım Hikmet, ardında geniş ve çok katmanlı bir edebi miras bıraktı. Şiirlerinde aşk kadar politik mücadele, birey kadar toplum, umut kadar acı da vardı. Türkçeyi yalın ama güçlü bir biçimde kullandı; ritmi, konuşma diline yakın bir akışla yakaladı. Bu nedenle hem akademik çevreler hem de geniş okur kitleleri tarafından benimsendi.

Uzun yıllar “yasaklı şair” olarak anılan Nazım, Türkiye’de resmî kurumlar tarafından ancak 2000’li yıllarda yeniden vatandaşlığa kabul edilerek sembolik olarak ülkesine dönebildi. Bu gelişme, onun yarım kalmış hikâyesinin küçük de olsa bir telafisi olarak görüldü.

Bugün Nazım Hikmet, yalnızca bir şair değil; özgürlüğün, insan sevgisinin ve direnişin evrensel simgelerinden biri olarak kabul ediliyor. Şiirleri besteleniyor, sahnelere taşınıyor, yeni kuşaklara ilham vermeyi sürdürüyor. O, her satırında insana inanan ve geleceğe umutla bakan bir kalemin sahibiydi. Belki de bu yüzden Nazım, ölümünden yıllar sonra bile hâlâ “en çok sevilen” ve “en çok tartışılan” şairlerden biri olmaya devam ediyor.

Yorumlar (0)

Yorum Yaz

Biliyor Musun?

Öne Çıkanlar!

Neler Popüler

Son Yazılar

Editör'ün Seçtikleri

Bülten'e Kayıt Olun

Bildirim Almak İçin E-Postanızı Girin.